Nereye?” diye sormuşlar dervişe.
“Bilmem ki! Gidiyorum işte öyle. Çiçekleri ezmeden, gönülleri yıkıp incitmeden, evvelden ezele. Gidiyorum işte.”
“Peki, nasılsın?” demişler.
“Bilmem!” demiş. “Mizan’da belli olacak.”
Derviş olmayı beklediğimiz yok kendimizden, amenna. Hiç olmazsa bizden beklendiği gibi İnsan olabildik mi?
Kalp kırmadan, içimizden fenalık geçirmeden, kötü söz söylemeden geçirdiğimiz gün sayısı kaçtır? “Bugün Allah için ne yaptın diye kendine sormadan uyuma” diyen bir Emir’in velayeti altındaydık ya hani, kaçımız soruyor bu soruyu başını yastığa koymadan önce?
Pencerelerimize, balkonlarımıza, bahçelerimize doğadaki kuşlar için yem atmak, çöp kenarlarında rastladığımız kedi ve köpeklere biraz yemek ve su bırakmak, hasta ya da yaralı hayvanları görmezden gelmemek... İnsan ya da hayvan, ayırt etmeden, bir canlının ihtiyacını gidermek… Bunlardan sorumlu olmadığımızı mı sanıyoruz yoksa? Peki ya bunu yapanlara engel olmak, “burada besleme yapma, hayvanları buraya alıştırma” diyenlere ne demeli?
Mizana inanıyorsak, uzattığımız o bir lokmanın mizandaki yerini,
Mizan falan yok yalnızca vicdan var diyorsak da o bir avuç suyun vicdandaki yerini, unutmayalım!
Hele bir de, bir canlının içtiği su kabını tekmeleyenlerin, mama kaplarını devirenlerin hallerini düşündükçe ürperirim, ya siz?
Kıtmir’in Dostları
em_pati_kur